Bu çağın en büyük kaybı bence günden güne yitip giden insanlığıdır. Yeryüzünde yaşananlar, “insanın” yapıp ettikleri gün geçtikçe insana, insanlığa olan inancı törpülüyor, yok ediyor. Dünya genelinde olsun, yerel ölçekte olsun kendisini adalet ve insanca yaşamın garantörü olarak ilan eden kurumların, iddialarının aksine yapıp ettikleri daha çok adaletsizlik, daha çok çatışma, daha çok ayrışma, daha çok acı ve daha çok bozulmadan başka bir şey getirmedi. En kötüsü de insanın bozulması tabi ki.
İnsan bozulur mu? Hem de öyle bir bozulur ki hiçbir şeyin bozulmasına benzemez. İnsan bozuldu mu nesli bozar, ekini bozar, suyu-havayı bozar. İnsanlığı bozar… biyolojik olarak neredeyse aynı olduğu halde onu hayvanlardan ayırıp ona “insan” vasfını kazandıran değerleri üzerinden soyduğunda en vahşi hayvana dahi rahmet okutur insan. İşte insanın bozulması “o esfele sefilin” seviyesi daha doğrusu seviyesizliği…aşağılıkların en aşağısı… Gazze’de görüyoruz her gün o aşağılık hali. Bebek-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek demeden her gün onlarca insanı bombalarla vahşice katleden İsrail her gün alçalmada rekorlar kırıyor. Peki İsrail gibi bir mikroba değil karşı koyabilen, varlığını taşıyabilen bir dünya, bir insanlık ne durumda olabilir ki. Suriye’de rejim devrildikten sonra ortaya dökülen sapkın rejimin vahşilikleri, işkence haneleri. O kadar çok insansızlık çekiyor ki insan artık her yerde, her ortamda onca kalabalığa rağmen amansız bir yalnızlık çekiyor. Olup bitenler insan kalmayı da neredeyse imkansız kılıyor, insanı karanlık bir ümitsizliğe itiyor.
Bu ümitsiz karanlıkta en ufak bir insan kırıntısı bile çok değerliyken, her gün yeniden doğan güneşin ve ümidin sahibi bazen karşımıza öyle güzel örnekler çıkarıyor ki… ne olursa olsun ümitsiz olmaya hakkımız olmadığı gerçeğini adeta yüzümüze çarpıyor. Geçenlerde tanıma fırsatı buldum Nevzat Hoca’yı. Evet Nevzat Turfan Hoca, Mardin Eğitim ve Araştırma Hastanesinde çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı olarak çalışıyor. Çocuklarım sıradan hastalanınca birkaç kez kapısını çalmak zorunda kaldık. Türk müdür, Kürt müdür, Arap mıdır bilmem. Neye inanır, hangi dünya görüşüne sahiptir bilmem. Ama insan olabilmiş ve insan kalabilmiş kıymetli bir şahsiyet olduğunu bilirim, şehadetimin bir kıymeti var mı ya da bu konuda bana şehadet düşer mi bilmem ama öyle olduğuna şehadet de ederim. Bugün maalesef birçok meslekte yaygın bir şekilde olduğu gibi sırf diploma sahibi olduğu için iş yapıyormuş gibi davranan ve maaşını işinin kalitesinden çok ama çok önceleyen bir şahsiyet değil asla.
Bize diğer hastalardan farklı davrandığı için, özel olarak ilgilendiği için yazmıyorum bu satırları. Öyle bir şey olmadı zaten. Nevzat Hoca bütün hastalarına olduğu gibi bize karşı da sevgi dolu, saygılı, anlayışlı ve ilgiliydi. Muayene için gelen çocukları kucağına alıp seviyor, bir baba şefkatiyle ilgileniyordu. Hiç kimsenin sorusunu cevapsız bırakmıyor, yüzünü ekşitmiyordu. Ve gerçekten sorunu çözmek istediğini ilgi ve alakasıyla çok net ortaya koyuyordu. Şöyle bir olayla ne demek istediğimi size açıklamaya çalışacağım. Bir gün Nevzat Hoca’nın kapısında sonuç göstermek için bekliyorduk. Bayağı hasta vardı ve muayene saati bitmek üzereydi. Artık yarına kaldık diye düşünmeye başlamıştım. Ama Nevzat Hoca saat gelince kalkıp gitmedi. Eşini aradı ve çocukları onun okuldan almasını söyledi. Kendisi de muayenesine devam etti. Çocuk servisinde tüm odalar boşalmıştı ama Hoca işine aynen devam etti. Şunu yapmadı mesela. Şu hastaları hızlı hızlı yollayayım düşüncesiyle işini savsaklamadı. Aynı ilgi, aynı güler yüz ve aynı samimiyetle devam etti. Üstüne üstlük çalışma arkadaşlarını o motive ediyordu. İyi olmayı ve iyiliği bir yaşam tarzı olarak benimsediği ve insana değer
verdiği her halinden anlaşılıyordu. Tam da bu yüzden çok değerli bir örnek benim için Nevzat Hoca. Ve kendi adıma teşekkürü bir borç biliyorum Hoca’ya.
Teşekkürler Nevzat Hoca. Hala insanı ve iyiliği yaşattığın için. Hala iyiliğin bir yerlerde nefes alıyor olduğuna inandırdığın için. Allah senden ve senin gibilerden razı olsun Hocam…