
“Hayal kurmayla, düşünmeyi birbirine karıştırma!”
Büyük Müteahhit Ve Dev İnşat Firması (!)
Akşam olmak üzereydi. Güneş tüm canlılara:
“Haydi, artık benim gibi yuvanıza çekilin de dinlenmenize bakın” der gibiydi sanki. Kahvehanedekilerin birer birer veya küçük gruplar hâlinde kahvehaneyi terk etmeye başlamalarıyla birlikte etraf da tenhalaşmıştı. Ancak üst köşede pencere kenarındaki masada sadece iki müşteri kalmıştı. Bunlar da işsizler ordusunun iki neferi ve bu kahvenin daimi müdavimlerinden olan Reşat ile Enver’den başkası değildi. Sanki çok yorulmuşlar da biraz dinlenmeleri gerekiyormuş gibi havanın kararmasına rağmen bir türlü kalkmıyorlardı. Masanın üzeri henüz toplanmadığından, bir tomar kâğıt ve bir tükenmez kalem boş bardakların ortasında duruyordu. Kahvehaneye bir sessizlik çökmüştü. Bu sessizlik içerisinde önündeki oyun kâğıtlarıyla fal bakıyormuş gibi oynamakta olan Reşat, ani bir şey hatırlamış gibi elindekileri bırakarak Enver’e döndü ve fısıldanır gibi ancak ikisinin duyabileceği bir sesle:
“Enver’ciğim, şimdilik neler yapıyorsun, neler ediyorsun, en son durumun nedir, günlük geçimini nasıl sağlıyorsun?” diye sordu. Hani gün boyunca koşturmaktan konuşmaya bir türlü fırsat bulamamışlardı sanki(!)
Enver, bu soruyu bekliyormuş gibi sigarasından derin bir nefes çekerek dumanını ağız dolusu savurdu. Sonra önlerinde duran yazı kâğıdı ile kalemi eline aldı. Kâğıda bir şeyler karalamak istedi ama kalem iyi yazmıyordu. Ağır hareketlerle elini ceketinin iç cebine attı ve önemli kayıt ve açıklamalarda bulunacakmış gibi kendi kalemini çıkardı. Başparmağıyla ucunu bastırdı. Başı önünde, gözleri kâğıtta, kısık bir sesle tane tane konuşmaya başladı:
“Ünlü ve zengin bir müteahhit ağabeyimiz var, çok büyük bir iş tutmuş. Bunun önemli bir bölümünü bana devredecek, bu iş için gerekli olan kredi, teminat mektubu, inşaat ruhsatı ve benzeri gibi ıvır zıvırları da kendisi sağlayacak.”
Sonra önündeki kâğıda bir takım rakamlar yazarak sözlerine aynı tondan devam etti:
“İnşaatın keşif bedeli …..TL tutuyor, yüzlerce ton kum, yüzlerce kamyonluk çimento, tonlarca demir alınacak. Teknikerler, mühendisler, mimarlar, taşeronlar başta olmak üzere yüzlerce istanbul escort işçi çalıştırılacak. Hepsinin giderini hesapladım: …… TL, bu işin sonucunda da bana kâr olarak…… TL kalacak, ikimize kalacak olan kazancın toplamı ise…….. TL olacak.”
Enver, öylesine dalmış öylesine tatlı tatlı anlatıyordu ki o anda ikisinin de başlarının üstüne demet demet milyonlar, milyarlar, trilyonlar uçuşuyordu. Bu banknot demetlerinin bir kısmı, kafalarına iniyor, bir kısmı yüzlerine, gözlerine çarpıyordu. Artık boğulacak derecede gırtlaklarına kadar paraya gömülmüşlerdi. Böylece oturdukları yerden, hem de sandalyelerinden kalkmadan; dev şantiyeler kurulmuş, büyük inşaat çalışmaları başlatılmış, kırıcılar, kepçeler, damperli kamyonlar gacır gucur, operatörler, şoförler, işçiler ise harıl harıl çalışmaya başlamış ve eski binaların yıkıntıları üzerine, kocaman gökdelenler dikilmiş, şimdi ise sıra, para ve servet paylaşımına gelmişti.
Tam o esnada kahveci Ahmet, gür bir sesle:
“Haydi beyler! Müsaadenizle buraları süpüreceğim.” diyordu.
Her ikisi de sanki derin uykudan ve tatlı bir rüyadan uyandırılmışçasına irkildiler. Çevrelerine bakındılar. Müşteri olarak kahvehanede onlardan başka kimse kalmamıştı. Bağdat Tembelleri gibi yerlerinden kımıldamadan pencereden dışarıya şöyle bir göz attılar. Hava lacivertleşmiş bayağı da geç olmuştu. Kâğıdı kalemi bırakarak isteksizce ayağa kalktılar, Reşat, kapıya yönelirken Enver, sık sık yaptığı gibi ağır adımlarla bir kabahat işlemiş gibi yüzü kızarmış ve mahcup bir edayla kahveciye yaklaştı, zor duyulacak kadar alçak bir sesle:
“Ustacığım, bütün oyunlar bende kaldı. Sözüm söz; borcumu yarın ödeyeceğim.” diyerek, kahvecinin cevabını beklemeden hızlı adımlarla kendisini dışarıya attı.
Kahveci ise süpürgesi elinde, arkalarından onları küçümseyen bir edayla bakarak kendi kendine söyleniyordu:
“Allah’ım, Yarabb’im sen bana sabır ver! Memlekette ne kadar züğürt varsa gelip beni buluyor.” diye.