• Mü’min kimdir? Hak Mü’min Ne Demektir?
Allah’a inanan herkes mü’mindir. Ama her Allah’a inanan kişi hak mü’min midir? Secde Suresinin 29. âyet-i kerimesindeki: “O gün onların îmânı onlara fayda vermedi.” açıklamasından, her Allah’a inanan kişinin Kur’ân-ı Kerîm’e göre hak mü’min olmadığı ortaya çıkıyor.
32 / SECDE – 29: Kul yevmel fethi lâ yenfeullezîne keferû îmânuhum ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
De ki: “Fetih günü, kâfir olanlara (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlere) îmânları bir fayda vermez ve onlara süre verilmez.”
Bu âyet-i kerime net olarak o insanların Allah’a inandığını ama inançlarının onlara fayda vermediğini söylüyor. O halde hak mü’min kimdir? Allah’a ulaşmayı dileyen her mü’min takva sahibi mü’mindir.
Nitekim Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz hadîs-i şerifinde: “Takva sahibi mü’min Resûlullah’ın âlîyidir.” buyuruyor.
Öyleyse Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, hak mü’minleri, sadece Allah’a inanç itibariyle değil aynı zamanda takva kavramını devreye koymak suretiyle tarif ediyor. Takva sahibi mü’min, hak mü’mindir.
Nitekim Allahû Tealâ Enfal Suresinin 29. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
8 / ENFÂL – 29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Âyet-i kerimede: “Ey Allah’a inananlar , eğer Allah’a karşı takva sahibi olursanız.” diyor. O zaman belli ki bu âyet-i kerimede zikredilen mü’min, Allah’a inanıyor ama henüz takva sahibi olamamış.”
• Takva Nedir?
“Vikaye” kökünden türeyen takva, korunmak manasına geliyor. Takva bir şeyi zarardan ve sıkıntıdan korumak demektir.
Bir şeyi zarardan ve sıkıntıdan korumak Allah’ın Kur’ân’daki emirlerine itaat ve yasaklarına uymak demektir. Kur’ân’ın hangi emrine itaat edersek şerden, zarardan korunuyor deracat kazanıyoruz, hangi yasağa uyarsak yine derecat kaybetmekten zarardan korunuyoruz. Her derecat kazanımı, sıkıntının zıttı olan bir mutluluğu yaşamaktır. Emirlere isyan, yasakları işlemek derecat kaybıdır, zarardır, sıkıntıdır. Takva sahibi kişi kendisini zarardan ve sıkıntıdan koruyan kişidir.
• Takva Sahibi Mü’min Ne Demektir?
Kendisini zarardan ve sıkıntıdan koruyan mü’mindir. Mü’min için zarar; kişinin kendisine zulmetmesi, deracat kaybetmesidir. Takva sahibi mü’min, kendisini zarardan ve sıkıntıdan koruyan, kendi nefsine zulmetmeyen mü’mindir.
• Kişinin Kendi Nefsine Zulmetmemesi Ne Demektir?
Kişinin kendi nefsine zulmetmemesi deracat kaybetmemesi demektir, bu da Allah’ın emirlerine itaat etmekle gerçekleşir.
Örneğin, Allahû Tealâ’nın temel emri nedir? “Allah’a ulaşmayı dileyin, ölmeden evvel ruhunuzu Allah’a ulaştırın,.” Allahû Tealâ bunu farz kılmıştır, bu bir emirdir. O halde kişi kendi iradesiyle bu emri yerine getirmeli, hayata tatbik etmelidir.
Emirlere itaat etmediği her noktada kişi deracat kaybeder yani kendi nefsine zulmediyordur. Takva sahibi değildir.
Emirlere itaat ettiği her noktada kişi kendisini zulümden koruyor, derecat kazanıyor ve bu dünyada huzur ve mutluluk halini yaşıyor.
• Allah’ın Zikriyle Kalpleri Katılaşanlar Kimlerdir?
Eğer kişi hak mü’minlerden değilse, Allah’ı zikrettiği zaman kalbi nurlanmaktan ziyade kararır. Allahû Tealâ bu konuyu Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde dile getiriyor:
39 / ZUMER – 22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.
“Sadrı şerh edilen kişi Allah’tan bir nur üzerinedir.” Ama âyetin devamında: “Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline” buyruluyor. Bu kişiler sadrı şerh edilmeyenlerdir.
Âyet-i kerimede “ulâike fî dalâlin mubîn” buyrulduğuna göre bu kişiler “apaçık dalâlette” olan insanlardır. Dalâlet hidayetin zıttıdır.
Kurtuluşa ulaşan mü’minlerden olabilmek için olmazsa olmaz şart hidayette olmaktır. Hidayette olmak ancak Kalben Allah’a ulaşmayı dilemekle mümkündür.
Nitekim hadîs-i şerifte şöyle buyruluyor: “Allah sizin soyunuza, mallarınıza, şekl-u şemalinize bakmaz. Allahû Tealâ devamlı sizin kalbinize bakar.”
Gerçekten o kişinin kalbinde Allah’a ulaşma talebi varsa, Allah mutlaka o talebe bağlı olarak Rahmân esmasıyla tecelli eder. Rahmân esmasıyla tecelli ettiği kişileri 6 tane kalp şartının sahibi kılar ve mutlaka salâvât ve rahmetini o kişilere gönderir. Salâvât bir nur değil, bir taşıyıcıdır. Allah’ın katından Rahmeti taşır, göğsümüze getirir. Ama göğsümüzden kalbimize nur yolu açılmışsa o zaman açılan yoldan o rahmet kalbimize ulaşır.
Kalbi, dolu bir bardak gibi düşünün. O dolu bardağa siz su ilave ederseniz, ilave ettiğiniz kadar su o bardaktan dışarı taşar. Tıpkı bunun gibi kalbimiz başlangıç noktasında zulmetle doludur. Rahmet Allah’ın katından kalbimize girer. Rahmetin kalbe girdiği oranda zulmet oradan çıkar. Ne kadar girebiliyor, %2’lik oranda. %2’lik oranda rahmetin kalbe girmesi o kişinin huşû Çünkü ancak huşû sahiplerine hacet namazıyla Allahû Tealâ mürşit göstereceğinin garantisini veriyor, sadece huşû sahiplerinin talebini Allahû Tealâ kabul ediyor.
• Huşû Sahipleri Kimlerdir?
Bakara-45’te Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
2 / BAKARA – 45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Kur’ân-ı Kerim “Huşû sahipleri kimlerdir?” sualine şu cevabı veriyor:
2 / BAKARA – 46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
Yani hûşû sahipleri iki kere Allah’a ulaşacaklarından emin olan insanlardır. Ölümle Allah’a ulaşacağından emin olan insanlardır. Hayattayken Allah’a ulaşacaklarından emin olan insanlardır.
• İnsan ruhu iki şekilde mi Allah’a ulaşabilir?
İnsan ruhu iki şekilde Allah’a ulaşabilir. Hayattayken ruhun Allah’a ulaşması; iradî bir olaydır, kalben Allah’a ulaşmayı dileyenler için geçerlidir. Ölümle ruhun Allah’a ulaşması; gayri iradî bir olaydır, herkes için geçerlidir.
Evrensel kanun budur. Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaştırılması devrin imamıyla gerçekleşir. Ölümle insan ruhunun Allah’a ulaşması vazifeli melekler tarafından gerçekleştirilir. Dolayısıyla birisinde irade vardır, diğerinde irade yoktur. İradeyle ruhun Allah’a ulaşması hayattayken gerçekleşir ve bunun sonucunda mükâfat vardır. Ama gayri iradî olarak ruhun Allah’a ulaşmasında hiçkimse için bir mükâfat söz konusu değil. Herkes için geçerli olan bir kanun var. İster kâfir, ister putperest, ister mecusi kim olursa olsun mutlaka ölümle o kişinin ruhu Allah’a ulaşır. Ama marifet, hayattayken ruhu Allah’a ulaştırmayı dileyerek hak mü’minlerden olmaktır. Allah ile kalın, mutlu kalın.