
Genel olarak iman, dini hayatın bütünlüğü açısından önemli bir yere sahiptir, zira mümin kimse hayatı bir bütün olarak ele alır ve öyle yaşar. Hayata asla parçacı bir zihniyet ile yaklaşmaz, inandığı gibi yaşamak zorundadır. Aksi halde ikiyüzlülük olur.
İman genel hatlarıyla Allah’a güvenmeye dayalı “Ahlaki bir tavır” dır.
Terim olarak iman; Allah’ın peygamberleri aracılığıyla tebliğ edilen her şeyi kabul etmek ve inanmaktır. Bu da, şahadet kelimesi ile karşılık bulmaktadır. Yani şahadet kelimesi imana giriş kapısının anahtarıdır. Daha açık bir ifade ile iman; Allah’ın birliğini, Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğunu kayıtsız şartsız kalp ile tasdik, dil ile ikrardır. Bu inanca sahip olan kimseye “Müslim” denir (yâda Farsça tabiri ile Müslüman)
İman kavramı Kur’an’da yaklaşık 800’den fazla yerde çeşitli türevleri ile geçmektedir. Birçok ayetinde de Allah’a, peygamberine ve ahiret gününe inanan ve salih amel işleyenlerin kurtuluşa erecekleri ifade edilmektedir.
İman ile ilahi emirlere uyma arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Bu bağlamda gerçek müminler Allah’a inanan ve O’nun emirlerine uyan kimsedir. Daha veciz ifadesi ile, “İman bir iddiadır, ispatı ise güzel davranışlardır, Allah’ın emirlerine icabet etmektir”
İmanı dört ayaklı bir masaya benzetirsek;
Birinci ayağı BİLMEK’tir, yani kişinin inandığı iman esaslarını iyice anlaması ve bilmesidir.
İkinci ayağı kalp ile TASDİK etmek.
Üçüncü ayağı, dil ile İKRAR (söylemek) etmek.
Dördüncü ve son ayağı, tüm beden ile inanılan esaslar doğrultusunda AMEL etmektir.
İman ile amel arasında sıkı ilişkiler vardır. Amelsiz bir iman yâda imansız bir amel düşünülemez. O zaman da ayakları kırık masa olur ki, o da masayı masa olmaktan çıkarır. Bana göre iman ve amel birbirlerinden ayrılmaz iki parçadır. Nasıl ki bir ağaç kökü, gövdesi, dal ve yaprakları ve meyvesi ile ağaç ise, iman da tüm ayakları ile bir bütündür. Her parça bütünden bir kısımdır ve ayrılamaz.
Genel olarak iman, dini hayatın bütünlüğü açısından önemli bir yere sahiptir, zira mümin kimse hayatı bir bütün olarak ele alır ve öyle yaşar. Hayata asla parçacı bir zihniyet ile yaklaşmaz, inandığı gibi yaşamak zorundadır. Aksi halde ikiyüzlülük olur.
Müminin hayatı boyunca başkaları için “rol model” (güzel örnek) olması, hayatı inancının gerektirdiği gibi yaşamasıyla doğru orantılıdır. Ancak bu şekilde başkalarına “güzel örnek” olabilir.
İman, ameli etkilerken, amel de imanı güçlendirir; birbirlerini zaman zaman olumsuz yada olumlu etkileyebilir.
İslama göre inanç esasları Hz. Adem’ (A.S)’den beri varlığını korumuştur. Özellikle tevhid inancı bütün ilahi dinlerin esasını teşkil eder. Ancak bu dinlerde (Hıristiyanlık-Yahudilik) zaman zaman bozulmalar meydana gelmiştir. Son gelen din İslam ile düzeltilerek ve teyid edilerek, korunarak günümüze kadar gelinmiştir. Kur’an, Hz. Muhammed’in getirdiği mesajın önceki peygamberlerin mesajı ile benzerlik taşıdığı, önceki kitapları tasdik ettiğini açıkça ifade etmiştir. Özellikle ulûhiyet, nübüvvet ve ahiret konuları önceki dinlerde de kabul edilen inanç esaslarıdır.
İnanç esasları zaman ve mekâna göre değişmez, tam aksine bir bütünlük arz eder; bir kısmını kabul edip diğerlerini reddetmek söz konusu olamaz. Aksi taktirde kişiyi dinden çıkarır.
İslam inancına göre, Allah’ın varlığına, birliğine, ezeli ve ebedi olduğuna, kâinatın tek yaratıcısının olduğuna, eşi ve benzeri olmadığına şeksiz inanmak gerekir.
İman eden kişi, düşünerek, araştırarak, sorgulayarak ve akleden bir kalp ile tatmin olduğunda hakiki iman gerçekleşmiş olur. Bu aşamadan sonra iman kişiyi ve çevresini değiştirmeye başlamalıdır. Şayet bir değişim olmuyorsa edinilen imanı sorgulamak, gözden geçirmek gerekir.
Bir başka yazıda buluşuncaya dek hoşça kalın, sağlıkla kalın.