Çekirge için ördek, fare için kedi, balık için balıkçıl, tavuk için tilki, koyun için kurt neyi ifade ediyorsa, tabiatın bütünü için ve hayvanların gözünde de insanoğlu odur. Peki, devamlı hareket hâlinde olan bu kâinatta tüm canlıların birbirlerine böylesine acımasızca musallat olmasının temelinde ne yatmaktadır? Elbette ki hayatta kalma mücadelesidir. Fakat gelin görün ki bu mücadelede vahşi hayvanlardan bile daha vahşiyane ve gaddarca davranmak suretiyle doğaya en büyük zararı veren tek canlı yine insanoğludur; hem de hayvandan farklı olarak düşünme yetisi olmasına rağmen. Bunun da sebebi açgözlülüğüdür. Hepimiz biliyoruz ki türü ne olursa olsun bir hayvan o gün için karnını doyurduktan sonra uysallaşacak ve çevresine saldırıp zarar vermeyecektir. Bir ağaç suya doyduktan sonra çevresine faydası dokunacaktır. Peki, insanoğlu öyle midir? Elbette hayır! İnsan, doymak bilmeyen bir yaratıktır. Kendi gereksinimini sağladıktan sonra bile boş durmayacak azgınlaştıkça kuduracak, doydukça acıkacaktır. Tıpkı kavurucu sıcaklarda içilen soğuk suyun insandaki harareti artırdığı gibi…
Bunun farkında olan insanoğlu, içindeki aşırı istek ve doymazlık hırsının önüne bir nebze de olsa geçebilmek için yine kendisi çeşitli yasalar koymuş, mantığının ürettiği yasaklayıcı ananeler türetmiştir. O da yetmemiş bu sefer de İlahi kurallar devreye girmiştir. Bütün bu kurallara uymaya çalışan insan ruhu; bir nebze de olsa durulmuş, serinlemiş, hafiflemiş, sakinleşmiş ve ferahlayarak huzura erişmiştir. Tam aksine; bu kurallara uymayan insan ruhu ise; bir ateş çemberi gibi döndükçe alevlenmiş, alevlendikçe azgınlaşmış, azgınlaştıkça kudurmuş böylece sonu rezalet, fecaat ve felaket olan bir çukura doğru yuvarlanıp gitmiştir.