
Dünyada mevcut bulunan ve çeşidi ne olursa olsun istisnasız her gücün zayıf bir noktası vardır. Nitekim o zayıf noktasıdır ki gücü; güçten daha güçlü bir güçle karşı karşıya bırakmaktadır. Hiçbir gücün rakipsiz ve sınırsız olmadığını gösteren bu sonuç; olumlu yönde işlenmesi ve işletilmesi koşuluyla Yüce Allah tarafından insana bahşedilmiş mükemmel, muazzam ve mucizevi bir armağan olan akıl için de bazen geçerlidir.
Öyle ki bu armağan sayesinde insan; kendi başlangıç tarihinden günümüze gelinceye dek uygarlık ve gelişim tarihini; ürettiği bilginin eseri olan teknolojik harikalar zemininde ilmek ilmek işleyerek, aşama aşama döşemiştir. Böylelikle dünyaya dair yaşamı; karanlıklardan günümüz aydınlığına taşımış ve taşımaya da hâlâ devam etmektedir. Ancak tüm bunlara rağmen yine de akıl dediğimiz bu mucizevi armağanı bir anda devre dışı bırakabilecek derecede bir güç vardır ki bu karşı güç de öfkedir. Bu, öylesine bir duygudur ki kalkanlık görevini yerine getiremeyecek kadar zayıf olan “iradeyi” aşarak yanılma özelliği de bulunan aklı eritir ve yok eder. Bundan sonra öfke, artık alana tam bir hâkimiyet kurmuştur. Ancak her zehrin panzehri olduğu gibi öfkenin gücünü yerle yeksan edebilecek daha büyük bir güç vardır elbette! O güç de inanç ve eğitimle beslenerek iyice takviye edilmiş olan ve aynı zamanda bilgi sayesinde oluşan “güçlü iradedir.” Bu da gösteriyor ki yaşama uygulanan bilim; insan için hayati tehlike arz eden ve bir bakıma cehaletten kaynaklanan öfkenin oluşturduğu derin hendeğe karşı güçlü bir iradeyi de inşa ettiğidir.
O hâlde öfkenin bize egemen olmasını arzulamıyorsak-ki öyledir- ilimle bir yandan beynimizi donatarak diğer yandan edindiğimiz veya ürettiğimiz ilmi devreye sokarak hem irademizi güçlendirmeli, hem ruhumuzu tedavi etmeli hem de dünyamızı aydınlatmalıyız. Peki, sizce de iyileştirici olan asıl ve tek reçete bu değil midir? Zira bilim; insanın, sosyal yaşantısında en büyük silahı olduğu gibi aynı zamanda onu meleklerden de üstün kılan en önemli değerdir.