
Birileri; herhangi bir işte başarısızlığa mı uğradı? “Sağlık olsun efendim!” alış verişte zarar mı etti? “Sağlık olsun efendim!” girdiği sınavda başarısız mı oldu? “Sağlık olsun efendim!” evet, tüm olumsuz sonuçlara karşı hep “Sağlık olsun efendim!” der, dururuz.
Zaman zaman beynimizle kavramadan, kalbimizle onaylamadan dil ile sadece ikrar ettiğimiz, belki de söyleyecek başka laf bulamadığımız, hatta kim bilir asırlardır söylene söylene kalıplaşmış bir söz öbeği olduğu için kolaylıkla bir çırpıda dudaklarımız arasından kendiliğinden dökülüverdiğindendir. “Sağlık olsun efendim!”
Biraz düşündüğümüzde bunun; sanıldığının aksine hiç de öyle sığ ve boş olmadığı, hayatın gerçekleriyle dolu, derin anlamlar içeren bir söz olduğu görülecektir. Şöyle ki; sağlığımızı, bir an için yitirdiğimizi düşünelim: ayaklarımızın altına bütün dünyayı serseler ne anlamı kalır ki? Hem basit bir diş ağrısından kurtulabilmek için varımızı yoğumuzu o anda vermeye bile razı olduktan sonra. Demek ki sözün özü şu: sağlığın olmadığı her türlü varlık değersizdir ve Hz. İsa’nın buyurduğu gibi, altın leğene kan kusmaktan başka bir şey değildir.
Osmanlı İmparatorluğunun en kudretli padişahlarından olan Kanuni Sultan Süleyman Han, alelâde bir padişah değildi: O, İmparatorluğun üç kıtaya resmen hâkim olduğu, ülke yüzölçümünün yaklaşık olarak 21 milyon kilometre kareye ulaştığı ve dünyanın tek süper gücü olarak herkesin önünde saygıyla eğildiği, koca bir imparatorluğun padişahıydı. Üstelik 46 yıl gibi uzun bir süre tahtta kalabilme talihine erişmiş olmakla, bugüne değin hiçbir devlet adamının kıramadığı bir rekorun da sahibiydi.
Yine de dünyanın bu Muhteşem Süleyman’ı, ‘sağlık’ söz konusu olunca, bütün bu maddi nimetlere itibar etmediğini şu ünlü sözü ile ne güzel ifade etmiştir: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi; olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.”