Gerçekten neden bu kadar şaşırdınız? Hayır ne olmasını bekliyordunuz? Nasıl bir nesil yetiştirdik, nasıl bir toplum inşa ettik ki bugüne kadar? Hem her alanla ilgili bir sürü çete ya da çete gibi hareket eden yapılar yok mu hayatımızda? Neye, neden şaşırıyoruz gerçekten?
Bir videoya denk gelmiştim. Bilinen bir akademisyendi. Karşıdaki “Bizde ne yok?” diye soruyordu. Akademisyen “Bizde her şey var, ahlak yok.” diyordu. Bu videoyu izleyen ya da şimdi bu ifadeleri okuyan herkes, kendini dışarıda tutarak bu tespite hak veren cümleler kuracak. Ama gerçek şu ki olan ve olacak olan her şey için hepimiz sorumlu, hepimiz suçluyuz. Hepimiz toplum içinde bir şekilde kirlenen ve kirleten konumundayız maalesef.
Cebimize bir şey olmasın da ne olursa olsun, ben kazanayım da varsın herkes kaybetsin, benim rahatım hiç bozulmasın, hep kazanayım, hakketmesem de her şeye, her makama ben sahip olayım, en az işle hatta mümkünse hiç işle en çok parayı ben kazanayım, en konforlu, en markalı hayatı ben yaşayayım anlayışı bizi nereye götürecek sanıyorduk ki…Şu anki çıkmazdan bir adım öteye değildi elbet… Artık bireyselleşmeden öte hiçbir şeyle bağ kurmayan, hiçbir şeye değer vermeyen, hiçbir şeye ait hissetmeyen fertlere dönüşmek ve öyle bir nesil yetiştirmekle bu bataklıktan başka nereye çıkacaktı yolumuz!
Evet başka menzil olamazdı. Ahlaksızlığı, hayasızlığı özgürlük; kabalığı, terbiyesizliği, arsızlığı, sorumsuzluğu özgüven olarak benimseyen ve öyle aşılayan bir anlayışla geleceğimiz nokta tabii ki bugünkü yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız olacaktı. Tuğgenarelin kendi özel arabasıyla insan kaçakçılığı yaptığı, milletvekilinin çakarlı arabasıyla gümrükten milyonlar değerinde kaçak mal geçirdiğini, bakan olmuş kişilerin kendi şirketlerine iş verdiklerini, suça karışan hatta çete kuran kimi güvenlik görevlileri, hukuk adamları haberlerini izlemedik mi?
Bu bozulma toplumu tepeden tırnağa teslim almış durumda. Ve maalesef esnafından işçisine, memurundan bürokratına çok geniş bir yayılım arz ediyor. Çoğumuz organik olarak bir çeteyle ilişkili olmasak da bir çetenin üyesi refleksi ile yaşamı tanımlayıp anlamlandırabiliyor ve ona göre davranabiliyoruz.
Çocuğunun terbiye edilmesini ve yetiştirilmesini tümüyle televizyon ve telefon ekranlarına bırakan anne ve babalar, müşterisini kandırmaya çalışan bakkal, hakkıyla çalışmayan işçi, işçisinin ücretini hakkıyla ödemeyen işveren, dersine zamanında girmeyerek ya da girdiğinde dersin hakkını vermeden oturup sosyal medya, moda, magazin, hisse senedi, Bitcoin sarmalında yolunu kaybeden ve böyle davranarak öğrencilerinin geleceğinden çalan öğretmen, yalan haber üreten, gerçekleri değil de güçlülerin hoşuna gidecek şekilde haber yapan gazeteci, depremde en önce yıkılacak evleri yapan mühendisler, şirketler, şehirlerin yerini, göğünü türlü imar hileleriyle inşaatçılara hunharca peşkeş çeken ve bunu herkesin gözünün içine bakarak yapan ahlaksızlar, çıkar amaçlı görevini kötüye veya haksız zorbalardan yana kullanan amir ve yöneticiler, ilaçlardan vurgun yapan eczacı, hiç gerekmediği halde sırf daha fazla para için hastasını kesip biçen doktor, kişisel menfaatleri uğruna hak ve adaleti ayaklar altına alarak haksız soruşturma yürüten savcı veya haksız hüküm açıklayan hakim, evini fahiş fiyata kiralamak isteyen ev sahibinin, “kötü” olarak anılması için illaki bir çete üyesi olmasına gerek var mı?
En az emek, en az sorumluluk, en az bağlılık, en az ilkesellik ve neredeyse hiç idealistlik ve insanlığa karşın en çok para, en çok rahat, en çok konfor, en çok tatil, en çok takdir beklentimiz bizi çürümekten ve insanlıktan uzaklaşmaktan kurtaramaz. Zira insanı insan kılan değerler ve erdemlerdir. Bu değer ve erdemlerden koşar adımlarla uzaklaşırken bugün asıl yaşadıklarımıza şaşıranları gördüğümde şaşırıyorum. Evet bu “Yenidoğan Çetesi” denen insan müsveddelerinin yaptıkları insanı dehşete düşürüyor. Ama işin doğrusu şaşırtmıyor. Bu çetenin etki alanı sonuçta sınırlı. Ama şunu düşünün; gıda kisvesinde yiyecek ve içecekler yoluyla her gün çocuklarımızı hormonlarla, katkı maddeleriyle, koruyucularla, kimyasal maddelerle zehirleyenlere, ekini, suyu ve toprağı ifsat edenlere ne demeli? Günah kamburlarını büyüttükçe büyüterek, imar hileleriyle şehrin yerlerini ve göğünü; sit alanı, dere yatağı, park alanı, hazine malı, demeden imar çetelerine peşkeş çeken haysiyetsizlere ve çocuklarımıza yaşanmaz bir geleceği reva gören gözü doymaz rantçılara, bu işe ses çıkarmayanlara ne demeli? Bir taraftan çocukları gıdım gıdım hasta ederken bir taraftan da onları iyileştirecek doğal ortamı betona boğmak, çocuklarımızın geleceğine ipotek koymak çok daha korkunç değil mi? Ve maalesef bunlardan çok ama çok daha korkunç olaylar olup bitiyor etrafımızda. Kötülük adeta her gün yeni bir level atlıyor.
Ne ekersen onu biçersin, demiş atalar. Bugünse biz hiçbir şey ekmeden ve ekilecek alanları da bataklıklara ya da kaçak beton yığınlara dönüştürdüğümüz halde iyi, erdemli ve kaliteli bir ürün yani iyi bir hayat umuyoruz. Bataklıkta ısrar edip sonra da gül yetişmesini beklemek ancak bu “modern” çağa uyacak bir cahilliktir. Yaptığı iş ne olursa olsun gücünün yettiğince küçükse küçük büyükse büyük haksız kazançları hedefleyen, mümkün mertebe işiten ve sorumluluktan kaçan, iş görürken hiçbir insani hedefi gözetmeyen, öyle bir derdi olmayan, her şeyi yüzeysel yaşayan ve ne için yaşadığını bilmeden haz ve hız kıskacında debelenip duran, böyle olduğu halde sürekli başkalarını eleştirmekten geri durmayan, saçma sapan sloganlarla kendini tatmin eden ve bunu bilginlik kabul eden fertler bir toplumda çoğunluğu oluşturuyorsa o toplumda ancak ve ancak kötülük hayat bulur. Burada asıl şaşılması gereken şey toplumun kendi yapıp ettiğine, kendi ürettiğine şaşırmasıdır. Ve emin olun bugünler daha bizim iyi günlerimiz…