
Seçim telaşı bitti, artık gerçekleri görme ve konuşma zamanı. Ülkenin önündeki en öncelikli sorunlardan biri de kötü giden ekonomi. Maliye Bakanlığına Mehmet Şimşek’in, Merkez Bankasına ise Hafize Gaye Erkan’ın atanması başta iktidar cephesi olmak üzere herkesi umutlandırdı. Şimşek’in İngiltere, Erkan’ın ise ABD eğitimli olmasının sağdan soldan herkesi rahatlatmasının arkasında yatan paradoks ise bu makalenin konusunu oluşturuyor. Zira seçim öncesi süreçte bir milli ekonomi vurgusu ve küresel kapitalizme meydan okuma o kadar belirgindi ki bu keskin dönüşün ne anlama geldiğini sorgulamadan geçmek çok büyük duyarsızlık olurdu.
İki cümle bu makalenin bütün çerçevesini çiziyor ve konuyu özetliyor aslında. Birincisi Mehmet Şimşek’in “Rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçenek kalmamıştır” açıklaması. Diğeri “İki nev’den doğan nev, alel ekser ya akimdir veya nesli inkıtaa uğrar” aforizması.
Sn. Şimşek’in açıklaması bu zamana kadar uygulanan politikanın irrrasyonel olduğunu, yani akılcı olmadığını ifade ediyor. Nasıl yani? Ne demek bu?
Sn. Mehmet Şimşek tamamen haklı. Çünkü iki farklı türden doğan yeni türün yaşama şansı olmaz veya nesli devam etmez. Affedersiniz at ve eşekten olan katırın nesli kesiktir. İşte burada herkesin özellikle muhafazakâr kesimin anlaması gereken bir hakikat var. O da şu:
Türkiye ekonomide liberal ekonomik sisteme yani kapitalizme tam adapte olmuş bir ülkedir. Bunun sizin için anlamı nedir bilmiyorum ama tepeden tırnağa bu ülkede yaşayan herkes sağcısıyla, solcusuyla kapitalizme göre yaşar. Şeytanın en büyük hilesi kendini inkâr ettirmekmiş. Kapitalizmin de en büyük hilesi kapitalizmi iliklerine kadar işlemiş insanlara inkâr ettirmek olmalı.
Bu arada kapitalizm kötü bir şey mi? Neden böyle konuşuyorum?
Konu oldukça uzun aslında, fakat bugün için kapitalizmin özü tüketim için üretmektir. O nedenle kapitalizm insanın heves ve tabiatına uygun bir sistemdir. En sıkıntılı tarafı da sürekli kamçılanan tüketim ve üretim nedeni ile dünyanın on senelik hasılasını bir yılda harcamasıdır. O nedenle kapitalizm tam bir israf ekonomisidir.
Kapitalizm Protestan ahlakından türemiş. Başta tanrıya yakın olmak için verimli, faydalı ve üretken insan olmak gerekir düşüncesinden yola çıkarken, daha sonra kontrol edilemez bir canavara dönüşmüştür. Yani kapitalizm başlangıçta insan ve toplum odaklı iken daha sonra bizzat maddeye ve kapitale itibar eder olmuştur. Günümüzde kapitalizm için insan müşteri, tabiat hammadde deposu, amaç ise daha çok tükettirip, daha çok üretip, daha çok kazanmaktır.
Günümüzde kapitalizmle rekabet edebilecek başka bir ekonomi modeli yoktur. Sovyetler Birliği ile dağılan komünist sistem ise tüketim değil, ihtiyaç için üretim fikrini benimsemişti. Bunu sağlayabilmek için özel mülkiyeti yasaklayarak tüm üretim araçlarını devletin eline vermiş fakat bu kez insanların daha çok çalışmak için en temel motivasyonları olan özel mülkiyeti ortadan kaldırdığından bir süre sonra verimsizlik ile malul olup çöküşe geçmişti.
Şimdi konunun kritik noktası şu: İnançlarına “sıkı sıkıya bağlı” olan muhafazakârlar nereden edindikleri belirsiz bir intibaa dayanarak bir İslam ekonomisinden söz etmeye başlamışlar, daha da ilginci ise garip uygulamalar ile güya kapitalizmi Müslümanlaştırma gayreti içine girmişlerdir. Bu nedenle kapitalizm ile kapitalist yaşayan fakat İslama göre düşündüğünü ileri süren Müslümanın izdivacından, yani iki farklı türün izdivacından nesli kesik bir acube ortaya çıkmıştır. Bunun en somut örneği “faizsiz finans bankacılığıdır”. Bunu burada bırakıp asıl meramımı anlatayım.
İslam yaşamı tamamen kuşatan pratiklere sahip bir din olduğu için ekonomiye kayıtsız kalması düşünülemez. Hatta İslam’ın ilk meydan okumaları Mekke’deki şirk ekonomisine ve sermayedarlarına karşı idi. Hedefi adil olamayan paylaşıma dayalı sosyoekonomik sistemi ve bunu cari kılan sınıfsal sistemi ortadan kaldırmaktı. O nedenle Mekke’nin büyük sermayedarları kimseye bir zararı dokumayacak namaza değil, zekât ve sadaka emrine, ayrıcalıklarını yitirme riskine karşıydılar. “Mallarınız içinizde sadece zenginler arasında dolaşan bir devlet haline gelmesin (Haşr 7) ayeti İslam’a olan düşmanlıklarını özetlemeye yeter bence.
Kuran’ın iniş sırasına göre hemen ikinci suresinde o zamanın önemli para babalarından olan Ebu Cehil’e yönelik “ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım (Müddesir 10-17) tehdidi meseleyi açıklıyor.
Dolayısıyla İslam’ın ekonomi anlayışının tüketim ya da kazanç için değil ihtiyaç için üretim esasına dayalı olduğunu anlamak zor değil. Ayrıca İslam ekonomi anlayışının tüketim ahlakına değil iktisat ahlakına dayalı olduğunu da söylemek gerekiyor. Fakat İslam’ın bu ekonomi anlayışı insanların heva ve hevesine çok uygun düşmediğinden çok uzun ömürlü olmamıştır. Ebu Zer ile birlikte Rebeze çölüne sürülmüştür. Zaman içinde gelişerek serpilmek yerine fıkıh kitaplarında zekat bahislerine sıkıştırılarak güdük kalmıştır. İslam ekonomi anlayışının en önemli meydan okuması olan faiz ise “faiz haramdır” ön kabulünün ardından neyin faiz olduğu tartışmaları arasında yitip gitmiştir. Dini hassasiyetleri olan insanlar faize bulaşma korkusuyla ilmihal kitaplarını açtıklarında kendilerini arpa, buğday, hurma hesapları karşılamış, “katılım” bankacılığı gibi tekellüflü bir tevil ile kapitalist sisteme arka kapıdan entegre olmaya devam etmişlerdir.
Özetle sn. Mehmet Şimşek şunu diyor. Hem kapitalist sistem içinde kalıp hem de yaşamayan gelişmemiş, günümüze taşınamamış ve sistematize edilememiş bir “İslam ekonomisi” heves ve hülyalarına dalmak rasyonel değildi. Dolayısıyla tutarlı olmak adına kapitalist sistem neyi gerektiriyorsa onu yapmak gerekir.