
İnsanoğlu, ne yenilen- içilen bir besin maddesi ne bir giysi ne bir süs eşyası ne de aksesuardır. Peki, insanı ilk etapta hoş, sevimli ya da sevimsiz kılan şey ne olabilir, hiç düşündük mü? Elbette ki konuşma biçimidir. O hâlde konuşma; İnsanları birbirlerine yakınlaştıran bir köprü olabileceği gibi uzaklaştıran bir dağ da olabiliyor. Yani başka bir deyişle; gönüllerde sevgi-saygı, bazen de kin ve nefret oluşturabilecek kadar etkili bir sanattır.
Konuşma, her çağda ve herkesçe ‘sanat’ olarak kabul görmüştür. Zira Büyüklerimiz de her zaman için güzel konuşmayı ‘Olgun Konuşma’, güzel olmayan konuşmayı da ‘Çiğ Konuşma’ olarak adlandırmışlardır. O hâlde insanlar arası bu iletişim şeklinin her halükârda başlı başına hem yetenek, hem de büyük sanat olmasından daha doğal ne olabilir ki?
Şüphesiz ki mükemmel ve sanatsal olarak nitelenebilecek bir konuşmanın temelini oluşturan etmenlerden ilki; bilgi, görgü ve kültürdür. İkincisi ise samimiyet yani diğer adıyla içtenliktir. Bütün bu etmenleri içinde barındırmayan konuşmalar tamamen niteliksiz, içi boş ve sanatsal olmaktan uzak sayılır.
Bilgi, görgü ve kültürden yoksun sadece içtenliğe dayalı konuşmalar, hem yanlış anlaşılmalara ve ters tepmelere daima açık; hem de sanatsal olmaktan uzak olduğundan eksik yani sakat sayılacaktır. Aynı şekilde samimiyet etmeni eksik, sadece bilgiye, görgüye ve kültüre dayalı olan konuşmalar da kurallı, zamanlı ve güzel olarak belki değerlendirilebilir ancak bu da inandırıcı, ikna edici, ilgi uyandırıcı olmaktan uzak, hatta oldukça sıkıcı, silik, yavan ve soğuk bir konuşma çeşidi sayılmaktan kurtulamayacaktır.
O hâlde yukarı da değindiğimiz gibi bir konuşmanın mükemmel, etkileyici ve sanatsal olarak sayılabilmesinin temel koşulu; bilgi, görgü, kültür ve samimiyet gibi etmenlerin hepsini bir arada bünyesinde barındırmasıyla mümkündür. Zaten böylesine bir konuşma çeşidi, hiç şüphe yok ki insanlar arası her sorunu çözebilme gücünün yanı sıra; temelleri sağlam olan dostlukların kurulmasında da önemli bir role sahip olacaktır.