
Çoğu meselede olduğu gibi şehirler için gelişme durumu da görüntü eksenli değerlendirilebiliyor.
Bazen bir şehrin gelişmişliğine sadece bina sayısının şuursuzca artmasına, kat sayılarının gökyüzünü kapatacak kadar uzamasına bakılarak karar verilebiliyor.
Maalesef biz de öyle bir şehirde yaşıyoruz.
Sahipsiz, kimsesiz bir şehir…
Bugün birçok ilin “Yenişehir” adıyla yeni bir yerleşkesi mevcut. O illerden gördüklerimin, hiçbirinin “Yenişehir’i” bizimkine benzemiyor. İster farklı siyasi partilerin belediye yönetimleri olsun, ister büyükşehir olma öncesi ya da sonrası olsun, ister kayyım dönemleri olsun… yıllardır sürdürüle gelen şehircilik anlayışı ve imar vizyonu, bize ne “yeni” ne de “şehir” adını hakkeden bir “Yenişehir’e” sahip olma sonucunu getirdi.
Son beş-altı yılda bu anlamda işlerin iyice zıvanadan çıktığını ayrıca belirtmek gerekiyor tabii ki. Özellikle arkasında bıraktığı onlarca yolsuzluk söylentisi ile kuruyemiş zincirlerinin velinimeti olan sabık bir kayyım döneminde “olamaz” denen her şey oldurulmuş, şehrin nefes aldığı son alanlar da yüksek katlı beton yığınlarıyla kirletilmişti.
Şehri nefessiz, meydansız bırakan söz konusu binalar o kadar açgözlü bir şekilde, imar usulüne hiç riayet etmeden o kadar devasa ve yüksek katlı planlanmıştı ki yıllardır bir türlü bitirilemiyor…
Gerçekten bu kadar sahipsiz bir şehir yok ülkede. Hemen çevresindeki yakın şehirlere bakınca bile bu durum çok açıkça ortaya çıkıyor. Güya “sahiplerince” parsel parsel, ihale ihale götürülen bir şehir… ve anlaşılıyor ki bu devran böyle gelmiş böyle gidecek. Çok yazdık çok konuştuk bunları ama bir şey değişmedi, değişeceğe de benzemiyor. Her devrin adamları bu devrin de adamları… kazanan hep onlar, kaybeden hep şehir oluyor.
Onların belediyedeki adamları savcılığa veriliyor yine devran onların istediği gibi akıyor. Büyükşehir imar planı ile ilçenin imar planı birbirine uymuyor, yine devran aynen devam ediyor. Halihazırda büyükşehir planında konut dışı kentsel yerleşim alanı, sit alanı, yeşil alan, park alanı, yol, dere yatağı, heyelan bölgesi, hazine arazisi olarak gözüken yerlerin çoğu, ilçede (10-12 yetmez) 15-18 katlık beton yığınları olarak ya bitirilmiş durumda ya yapım aşamasında ya da yapılmak üzere planlama aşamasında. Ve ne hikmetse kimse ama hiç kimse bu yapılanları göremiyor. Avuç içi kadar yerlere göğü delen binalar yapılıyor. Evet evet avuç içi kadar yerlere… binalar yapılırken yoldan çekme payı değil yola çekme payı hatta çoğu yerde tam tersine yoldan, kaldırımdan, parktan çalma payları alınıyor ama işler aynen devam ediyor.
Yazık ki rüşvet alarak ya da vererek, siyasi, maddi, kabileci, manevi nüfuzunu ya da güvenlik bürokrasinin önem verdiği bir derneğin başkanı olma sıfatını kullanarak iş gören insanlar onlar… Ve böyle yaparak en büyük onur, şeref, haysiyet, namus kabul ettikleri banka hesaplarını; bir şehrin geleceğini, kaynaklarını talan etmek, yerini, göğünü çalarak mahvetmek bahasına katladıkça katlayan adamlar(!) onlar. En makbul olanlar da en kıymetli olanlar da bu devirde yine onlar. Ve galiba çok güçlüler… Zira resmi sivil bütün makamlardan iltifat görüyorlar.
Üstelik etrafları sürekli kalabalık; askeri, sivil, siyasi, adli çevrelerce de hiç boş bırakılmıyorlar. Güçlüler kardeşim güçlüler. O kadar güçlüler ki ülkenin en üst temsil makamı olan Cumhurbaşkanlığı Makamınca “yatay mimari ve düşük katlı imar” vizyonunu yok sayabiliyorlar. Hatta inadına yapar gibi iki kat dikilmeyecek bir yere 18-20 kat dikebiliyorlar…
Sesimizi duyan olur mu bilmiyorum ama biz söyleyeceklerimizi hak ve adalet adına söylemeye devam edeceğiz.
Bir şehirde binaların rastgele yükselmesi, yükselen binaların sokakları, caddeleri dar labirentlere çevirmesi, “bina dikeceğim” diye şehrin sit alanlarının, yeşil alanlarının, meralarının, tarihi kalıntılarının, park alanlarının, kaldırımlarının açgözlülükle işgal edilmesi gelişmişlik ölçütü olamaz. Bu durumlar olsa olsa hukuksuzluğun, adaletsizliğin ve rantın nişaneleri olabilir.
Hep art niyetli düşünmeyelim canım. Bütün imar usullerini hiçe sayarak arsanın tamamını bina alanı olacak şekilde yapıları yükseltmek, böylelikle balkonları dip dibe olacak şekilde apartmanları dikmekle komşular arasındaki iletişimi arttırmak ve böylelikle kaybolan komşuluk ilişkilerini canlandırmak amaçlanıyor da olabilir. Ama yazık ki o da öyle bir sonuç doğurmuyor. Sadece yüksek katlı gecekondularla dolu çirkin bir kent görüntüsü ortaya çıkarıyor. Şehrin çocuklarını betona boğmak, onlara sadece yeri değil gökyüzünü bile dar etmek, gökyüzünü betonlarla örtmek, parklarını dahi ellerinden almayı göze alacak işlere kalkışmak…
Gelişmişliğe değil sadece ve sadece insanın ne kadar alçalabileceğine kanıt olabilir. İmar hırsızlığından nasibini alan ana arterlerde arabayla ilerlemek çoğu zaman imkansız olunca, çaresiz, güya “ara yol” diye tabir edilen dar labirentlerde, sapılan her sokakta tıkanıp kalmak araba sayısının hızla arttığına dolaysıyla da halkın vardığı refaha delil değildir. Bu durum ancak rant uğruna yaşanmaz hale getirilen, sahibi olmayan bir şehrin göstergesi olabilir. İyi niyetli denemeyi düşünelim yine. Şehrin nefes aldığı son alanları da “Canım boş mu kalsın” diyerek birilerine peşkeş çekerek olabildiğince betona boğmak tasarruf olarak düşünülüyor olabilir. Ama bu değil tasarrufun, şehrin halkına ait kaynakların ve dahi geleceğinin hayasızca israfının ancak alameti olabilir.
Böyle bir şehirde turizmi, sanayiyi, sağlığı, ulaşımı geliştirmenin yolları konuşulmaz. Konuşulsa dahi beyhude olur. Kendi araç potansiyeliyle bile sürekli tıkanan bir trafiğe sahipken dışarıdan gelen birkaç arabayla iyice trafiği zıvanadan çıkan ve çıkartan bir şehirde bu meseleler nasıl konuşulabilir ki!
Bu şehirde inanın Gazze’yi konuşmak bile çok anlamlı durmuyor. Çünkü şehrin anlatmaya çalıştığımız yağmacı etkin gücü Siyonist akılla aynı yapıya sahip… onlar da siyonistler gibi paraları, nüfuzları, güçleri olduğu için her şeyi yapabileceklerine inanıyorlar ve yapıyorlar da. Onlar da siyonistler gibi insanların nefretini umursamıyorlar.
Siyonistler nasıl ki katliamlarına karşılık BM’ce kınamasına, uluslararası ceza mahkemesi tarafından yargılanıp savaş suçlusu olarak mahkum edilmesine rağmen vahşi katliamlarına devam ediyorlarsa bunlar da şehrin yerini ve göğünü hiç bir kanun ve mahkemeden korkmadan çalmaya devam ediyorlar. İki güruh da yaptıklarında haklı olduklarını ve onları eleştirenlerin düşman olduğunu düşünüyor. Şimdi böyle bir üst aklı, sivil-resmi tüm oluşumlarıyla özümsemiş görüntüsü veren bir şehirde Gazze konuşulsa kaç yazar…
Kim şehrin yerini göğünü arsızca talan ediyorsa, kim bunlara kolaylık sağlamak için aracı oluyorsa, kim bu işler için rüşvet alıp rüşvet veriyorsa, kim bu işlere engel olması gerekirken engel olmuyor hatta destek oluyorsa…Allah hepsinin burnundan fitil fitil getirsin inşallah…