
Yüce Allah, kral peygamber Hz. Süleyman’a rüyasında seslendi: “Dile benden ne dilersen Ya Süleyman!” diye buyurdu.
Peki, Hz. Süleyman Yüce Mevlâ’dan ne diledi dersiniz?
İşte cevabı: “Yarabb’i! Bana iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebilme ferasetini ver.”
Tek dilediği şey bu. Evet, yanlış anlamadınız, sadece bu kadar.
Bu cevap, Yüce Mevlâ’nın da hoşuna gitti. Buna karşılık olarak Hz Süleyman’a; sağlık verdi, servet verdi, mal verdi, üstün bir yetenek ile ilim verdi, hayvanlara, cinlere ve rüzgâra hâkimiyet kurabileceği güç verdi. Daha da neler verdi neler…
Evet. “İyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebilme feraseti!” Bu oldukça anlamlı bir istek, önemli bir konu ve yine göz önünde bulundurulması gereken hassas bir olgudur. Peki, şimdi soruyoruz iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmeyen veya edemeyen her şeyi aynı kefeye koyan ve olmazsa olmazları olmayan zihniyetlerden olumlu yönde bir şey beklenebilir mi? Elbette hayır! Çünkü bu mizaç ve zihniyetteki insanın düşünce fonksiyonlarının birinde aksaklık, karakterinde eğrilik, vicdanında da leke vardır demektir. Ve yine ne acıdır ki böylesi, kadir-kıymet bilmez bir kişiliktir. İşin doğrusu; herkesin ve her şeyin kendine göre ayrı bir yeri olmalı, herkesin kendine has bir ederi olmalı, herkesin hakkı ne ise o verilmelidir. İşte iyi ile kötüyü ayırt etme feraseti denilen şey budur aslında.
Böyle bir düşünce taşımayan insan; içinde yaşadığı nimet ve mutluluğun değerini bilmediği gibi, ne dostunun kadrini ne de düşmanından korunmasını bilir. Dolayısıyla heder olmuş, gereksiz ve sersefil bir yaşam sürer ki böylesi bir yaşama da yaşam denilebilirse eğer. Sizce de öyle değil midir sanki?