
Asırların ötesinden günümüze gelinceye dek ekmek insanoğlunun; asıl doyurucusu, besleyicisi, gıdası ve hatta olmazsa tek olmazı oldu. Zira belirli ve zaruri durumlarda meyve-sebze, et, peynir, yumurta ve benzeri gibi diğer gıda maddeleri olmaksızın da insanın pekâlâ yaşayabileceği ama ekmek olmadan sağlıklı beslenemeyeceği hayat yolundaki gerekli, tek ve en önemli azığıdır. Bu eşsiz azığın ilk pişirildiği yer bazı tarihçilere göre M:Ö. 8.000 yıllarında Ortadoğu bölgesi Mısır diyarıdır. O günlerden günümüze gelinceye değin artık insanın; saygı duyduğu, öpüp başında taşıdığı, kutsal nimet olarak bile kabullendiği görüldü. Hatta ekmeğini taştan çıkarmak, ekmeğini kazanmak, ekmek aslanın ağzında, ekmek kapısı, ekmek parası, ekmek çarpsın, ekmeğiyle oynamak, ekmeğini yemek, ekmek elden su gölden, ekmeğini bölüşmek ve ekmeğine göz koymak gibi günlük konuşmalarında işinde, şiirinde, etkinliklerinde, sözünde, söyleminde, özlü söz, deyim ve deyişlerinde sıkça kullandığı sembolü hâline geldi. Yine her devirde genelde “kıtlık” sözcüğünün tek anlamı ve açılımı da ekmek ve onun temel maddesi olan buğday yokluğu olarak bilinegeldi.
Ancak gelin görün ki son zamanlarda denetim sisteminin zayıflığı sonucunda buğdayın genetiğiyle oynanması, ekmek olarak pişiriminde de bazı katkılarla zehirlenmesine ek olarak bir de yeni türeyen tıp mensupları tarafından karbonhidrat suçlamasıyla ne üzücüdür ki bu iki ezeli dost olan sofraların şahı ekmek ile insanın arasına pervasızca girildi.

