
Hayat, insana en çok güvendiği yerden sınav açar. Çocukluğumuzdan itibaren yanılgılarla yürürüz, hiç bitmeyecek sandığımız oyunların bir gün sona erdiğini, yanımızda olacak sandığımız dostların yavaş yavaş uzaklaştığını, hep sırtımızda bulacağımızı düşündüğümüz ellerin bir gün geri çekildiğini yaşayarak öğreniriz. Ne zaman ki büyürüz, işte o zaman görürüz ki hayat dediğimiz şey, aslında yanılgıların toplamıdır.
İlk yanılgımız sevgide başlar. Bir bakışa, bir söze inanırız, sanki hep öyle kalacak, hiç değişmeyecek sanırız. Ama insan kalbi de insan zihni de değişkendir. Bize verilen sözler tutulmaz, edilen yeminler bozulur. Fakat en acısı, yanılgının kendisi değil, o yanılgıya inanırken yaşadığımız güven duygusudur. Kaybedilen sadece kişi değil, insanın içindeki saf inançtır.
Siyaset, bu yanılgıların en keskin yüzünü gösterir. Kalabalıkların ortasında herkes yanındadır; kürsüde, salonda, programda alkış çoktur. Ama iş sıkıntıya gelince, fırtına kopunca, yol sarpa sarınca etraf sessizleşir. Sen, yanında yürüdüklerinin samimiyetine inanmışsındır. Dertte de varlar sanırsın, sevinçte olduğu gibi. Ama hayat gösterir ki siyasetin dostluğu çoğu zaman rüzgarın yönüne bağlıdır. Güç kimdeyse, sadakat de oraya kayar. Yanında yürüdüğünü sandığın kalabalığın aslında senin değil, menfaatin peşinde olduğunu görürsün. Ve bu yanılgı, insana acı ama kalıcı bir ders bırakır.
Bu dersin en çarpıcı tarafı da sessizliğidir. Çünkü ihanet çoğu zaman bağırarak değil, içten içe anlaşılır. Yoldaş sandığın birinin bakışındaki tereddüt, sesindeki titrek güven, omuzundaki zayıflık… İşte o küçük ayrıntılar, insanın içine işleyen en büyük işaretlerdir. Tokat gibi çarpmaz ama derinden sızlatır. Ve sen anlarsın ki aslında başından beri yanıldığın şey, insanın sözleri değil, onların iç dünyasını görememendir.
Gazetecilikte de yanılgılarla yüzleşiriz. Kalemini hakikate adayacağını sandığın nice gazeteci, gün gelir gücün hizasına dizilir. Başta sana “ben hakikatin yanındayım” diye konuşur; ama iş çıkarlarına geldiğinde gerçekler sessizleşir, kalem menfaatin sayfalarına yazmaya başlar. O an anlarsın ki senin yanılgın, kalemin dürüstlüğüne inanman değil, sahibinin vicdanını göz ardı etmendir. Çünkü kalem değil, vicdan yanıldığında hakikat kaybolur.
Ve dostluk… Hayatın en ağır yanılsamalarından biridir. Omuz omuza yürüdüğün, canla başla yanında olduğun kişilerden bile darbe yiyebilirsin. Birlikte ekmek böldüğün, sevinci de hüznü de paylaştığın dostlarından bile gol yersin. İnsan en çok da burada sarsılır. Çünkü düşmandan gelen darbe hazırlıklıdır; ama dosttan gelen, en beklemediğin anda, en açık olduğun yerde gelir. Bu yüzden en acı yanılgı, dost yanılgısıdır.
Tüm bunların içinde insana nefes aldıran tek yanılgı umut olur. Karanlığın sabaha varacağına, fırtınanın dineceğine, kırılanın onarılacağına inanırız. Bazen bu umut gerçekleşmez, bazen de tam umudu kestiğin anda hayat sana yeni bir kapı açar. Ama gerçekleşip gerçekleşmemesi önemli değildir; önemli olan, umut sayesinde insanın yürümeye devam etmesidir. Çünkü umut yanılgısı, en tatlı aldanıştır.
Sonunda insan anlar ki hayatın her köşesi yanılgılarla örülüdür. Çocukluğun saf inancı, siyasetin sert yüzü, gazetecinin kalemi, dostluğun kırılganlığı, başarının geçiciliği… Hepsi bize ders bırakır. Ve bu derslerin hepsi, insanı olgunlaştırır. Sadakatin değerini, ihanetin acısını, umudun gücünü, dik durmanın onurunu…
Eğer hayat gerçekten de yanılgıların toplamıysa, yanılmadan yaşamak mümkün değildir. Asıl mesele yanılmak değil, yanıldıkça öğrenmek, düştükçe kalkmak, darbe yedikçe yeniden yürümektir. Belki de en büyük yanılgımız, yanılmaktan korkmaktır.
Son tahlilde, hayat dediğimiz şey bir yanılgılar zinciridir. Ama o zincir bizi yere bağlayan değil, olgunluğa taşıyan halkalardan oluşur. Belki de hayatın adı gerçekten yanılgıdır; ama işte o yanılgılar sayesinde insan, kim olduğunu, kime güveneceğini, kiminle yürüyeceğini öğrenir.