Sadece Filistin meselesinin tarihi gelişimine bakmak bile uluslararası sistemin maskesini düşürüp; zalim, insanlıktan uzak ve riyakâr kimliğini görmek, göstermek için yeterli olabiliyor. Uluslararası çatı kurumlar oluşturma, ittifaklar, paktlar, ekonomik-çevreci örgütler kurma çabalarının tek bir sebebi var: Güçlü devletlerin zulmünü pekiştirmek, meşrulaştırmak, onu görünmez kılmak; çıkarlarını ve güvenliklerini her ne pahasına olursa olsun sağlama almak…
Sykes-Picot anlaşmasıyla uluslararası bir statü kazanan Filistin, 1917 Balfour Deklarasyonu ile İngiliz mandası haline gelir. Tabi ki bu gelişmenin hizmet edeceği büyük bir amaç vardır. Zira arkasında Yahudi bir sermayedar olan Lord Rothschild’in dönemin İngiltere dışişleri bakanı Balfour’a, Filistin topraklarının Yahudi ülkesi olarak ilan edilmesini isteyen mektubu vardır. Bu tarihten sonra dünyanın birçok bölgesinden Filistin’e doğru Yahudi akını başlar. Başta İngiltere olmak üzere Avrupa ve dönemin diğer müstekbir ülkelerin desteğiyle Yahudiler her türlü yola başvurarak Filistin’i adım adım işgale başladılar. Bu işgal hareketi daha o zaman direniş hamleleriyle karşılık buldu. Fakat ortada bugün de olduğu gibi çok adaletsiz bir denge vardı.
1948’deki Birleşmiş Milletler kararıyla resmi olarak bir Yahudi devletinin kurulması kararından sonra işgalcilerin zulmü ve Siyonist iştahı iyiden iyiye azdı. O zamana kadar zaten işgalin büyük bir bölümü tamamlanmıştı. Siyonistlerin 1918 de başlattığı terörizm artık “devlet” terörizmine dönüşmüş oldu. Ve o günden bu yana Filistinli Müslümanlar sistematik bir şekilde yok edilmeye çalışılıyor. Israil denen oluşum o günden beri bütün orantıların ötesinde vahşice saldırmaya devam ediyor.
Israil için çocuk öldürmek, kadın öldürmek, masum kanı akıtmak, evleri insanların başına yıkmak sıradan eylemler olarak tekrar edilip durdu. Artık neredeyse yok mesabesindeki Filistinli yerleşim yerlerini de zorla elde etmeye çalışıyor. İnsanlar durup dururken evlerinden atılarak yerlerine Yahudiler yerleştiriliyor. Direnenler hapis veya katledilmek suretiyle hemencecik bertaraf edilmeye çalışılıyor.
Yıllardır uygulanan bu terörizm hiçbir terörist örgütün yaptıklarıyla kıyaslanamayacak kadar zalimane ve vahşice olmasına rağmen; insan hakları, adalet, demokrasi diye yırtınıp duran ülke ve kuruluşların bu zulmü görmezden gelmesi, duymaması akla Mehmet Akif’i getiriyor: “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!”. Öyle bir canavar ki dünyanın gözü önünde, babasının arkasına sığınmış küçücük bir çocuğu, Muhammed’i kasten öldürebiliyordu. Canı istediği zaman bugün de olduğu gibi Filistinli Müslümanların şehirlerine tonlarca bomba yağdırabilen bir canavar… Aklınıza gelebilecek ve terörist örgüt olarak piyasaya servis edilen en acımasız örgüte rahmet okutturacak terörist bir yapılanma, bir canavar söz konusu. Vicdanı olmayan bu canavar hukuken de hiçbir şekilde sınırlamayla karşı karşıya kalmadığı için her türlü terörist eylemi rahatlıkla Filistin’de icra edebiliyor.
Tüm vahşi eylemlerine karşılık İsrail’e verilen en ufak tepki dahi büyük bir olay olabiliyor. Ancak o zaman Filistin müstekbir devletler ve kuruluşlarınca görünebilir oluyor. Elbette ki İsrail’in uğradığı “haksız saldırıları(!)” kınamak adına Filistin diye bir yerin olduğunun varlığına birdenbire uyanıyorlar. Aksa Tufanı hareketinde “sivillerin” öldüğü gerçeğine uyanmaları gibi… Demek ki insan hakları diye yatıp kalkan Amerika ve Avrupa için sivil ölümünü görmenin ve kınamanın tek bir şartı vardı: Sivillerin(!) Yahudi olması…
Aksa Tufanı, on yıllardır zulüm ve işkenceye maruz bırakılmış, öldürülmüş, sürülmüş, hapishanelere doldurulmuş, ilaçsız, gıdasız bırakılmış, mahremiyeti-maneviyatı çiğnenmiş, topyekûn açık bir cezaevi hükümlüsüne dönüştürülmüş bir halkın çığlığıdır. Sonuçları ne olursa olsun bu böyledir. Her türlü komplo teorisinin, hesapların, sonuç okumalarının ötesinde bu hareket Siyonist kafalara ve onları azdırmayı kendilerine görev bellemiş Amerika ve Avrupa’ya atılmış bir tokattır. “Bunun sonucunda İsrail, Gazze’ye, saldırır, katliamlar yapar.” diye düşünüp üzülme işini Filistinlilere, mücadeleden inatla vazgeçmeyen Gazzelilere bırakmak çok daha gerçekçi olur. Kaldı ki İsrail saldırmak için hiçbir zaman meşruiyet aramamıştır.
Varlığı hiçbir meşruiyete dayanmayan vahşi bir güç neden meşruiyet arasın ki zaten?
“Şunu bunu yapacak.” diye korkulan şeyler zaten İsrail teröristinin yapageldiği şeyler değil midir? Durmaksızın orantısız saldırmak ve Filistin halkını yok etmeye çalışmaktan başka ne yaptı ki bugüne kadar?
“İsrailli sivil yoktur!” inancına sahip olmamıza rağmen bu harekette işgal ettikleri evlerde öldürülen insanlar, çocuklar, kadınlar olması imanımız gereğince tasvip edeceğimiz bir şey değildir. Ancak bu bahanenin arkasında siperlenen Amerika-Avrupa’nın ve batının uşaklığını yapmak için her türlü fırsatı gözeten akbabaların aksine Siyonizm’in karşısında Filistin’in, Gazze’nin, Kudüs’ün yanındayız…
Ve biliyoruz ki “Zafer ancak inananlarındır!”. O inanlar belki bizler değiliz. Ama eninde sonunda inananlar zulmü ve ifsat cephesini yenecektir!