Altmış yıl durmadan dinlenmeden bin bir çile içinde, eserler vererek, mücadeleler yaparak milletinin varoluş savaşında yerini alan bir millet büyüğü, düşünce ve edebiyat hayatımızın dinmez ve sinmez kalemi, yerinden oynamaz üslubuyla kendini edebiyat tarihine hâkkeden kalem, Üstad Necip Fazıl, aramızdan sıyrılıp, adeta bir kuş gibi uçup gitti.
Fanilik arkadadır artık.
Dev sulara karşı bir ömür boyu gerilmiş kollar düştü.
Ve yüz yılımıza şeref olan şiir saati, durdu.
Ve doğru, iyi ve güzel için yükselen ses sustu. Yankıları çağların ufkunda çınlayacak.
İslâm’ın onuru için çağın çelik yüzüne karşı koyan elmas kas, gevşedi.
Atalarımız bir an için ebedi meşgalelerini bırakarak bizim bu dünyamıza doğru dönüp baktılar: ‘Kim geliyor? Bu gelen kim?’
Ey ölüm, sen ne sırlı bir güçle donanmışsın ki, en yalçın kayalıkların tepesinde, zamanın üstünde dimdik duran kartallar bile avın olur. Gök şahini ağına, tuzağına düşer.
Çağdaş bir destandı, bir kahramanlık destanıydı, sonuna nokta konan. Ama bu bir ara noktasıdır. Destanın öbür yüzü bundan sonra söylenecek.
Dünya çağının bu ikindisinde ne büyük gölgeydi vurdu karşı ufuklara, güneşin doğduğu ufuklara.
Evet, bir kahraman düştü toprağa. Bir kez daha bin kez daha yeşerip boy atacak bir tohum olarak.
En önde koşan atlının atı kapaklandı. Ve en birinci süvariyi toprak bağrına bastı. Herkeslerden daha çok seven ana gibi.
Gaib, onu ‘kurcalayan çilingir’i, ‘canlı cenazeler’in üstünden aşırarak gözlerden gizledi. O gözler ki zaten görmüyorlardı.
Ve perde kalktı. Ten maskesi sıyrılarak, ruh, potada saf altına kalboldu.
Kartal süzülüp gitti, sonsuz göklerde kayboldu.
Bize ne düşer, bütün bu manzara karşısında, susmaktan başka.
(Sezai Karakoç – Diriliş 26 Mayıs 1983)