DÜNYADA İSLAMOFOBİ VE MARDİN TARİHİ
19. yüzyılda Avrupa’dan Amerika kıtasına göç eden kitlenin ve bu günkü Avrupa kıtası mukimlerinin kültür ve medeniyet anlayışı Rönesans ve reform hareketleri sonrasında Avrupa’da gelişen felsefe temelli hayat tarzıdır.
1496’da Endülüs Emevi Devletini(bugünkü İspanya toprakları) yıkarak Orta çağ karanlığını İspanya’ya da taşıyan Avrupa kültürü 711 yıl hüküm süren Endülüs Emevi kültür ve medeniyetini; 3 ilahi dinin Avrupa’nın hiçbir kesiminde görülmediği şekliyle bir arada ve barış içerisinde yaşama kültürünü yakıp yıkmış yerine Katolik Hiristiyanlığı kabul ettirmeye çalışan zorba ve dayatmacı bir yönetim sistemini taşımıştır. Engizisyon mahkemelerinde Katolik hiristiyanlığı kabul ettirmeye çalıştıkları Yahudi ve Müslümanları işkencelere tabi tutmuştur. Bu baskı ve dayatmalara karşı çıkan ve Engizisyon zulmünden kaçabilen Müslümanlar Osmanlı donanmasının da yardımıyla komşu ülkelere sığınmış; Yahudiler ise Osmanlı gemileriyle İstanbul’a getirilerek soy kırımdan kurtulabilmişlerdir. 711 yıl hüküm sürmüş bir devletin ve bilimi zirvede yaşayan ve her an geliştirmekle uğraş halinde olan bir medeniyetin yıkılması ve efradının dünyanın farklı kesimlerine dağılmasI; yakılıp yıkılan ülkede yok olmaktan kurtulabilen bilimsel eserlerin de Avrupa kültür ve medeniyetinin eline geçmesiyle Avrupa’da; bu günkü Avrupanın gelişmişlik seviyesine gelmesine sebep olan RÖNESANAS VE REFORM hareketlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu hareketlerin sonucunda ortaya çıkan Protestanlık mezhebi Avrupada kabul görerek hızla yayılmaya başlamıştır. Kilise otoritesine baş kaldıran, kaşı çıkan fikirlerin hızla yayılmasıyla gelişen felsefi fikir akımları da protest temelli, sadece dünya hayatını esas alan bir yaşam kültürü ile sınırlı kalan bir medeniyetin doğmasına sebep oldu. Bu medeniyetin temelinde kilisenin baskılarına isyan etme, gelişimin önündeki engelleri yıkma, prangalardan kurtulma hedef ve ideali olduğu, bir engelden kurtulurken İslam kültür ve medeniyetini seçmek yerine kendi zihinlerinde geliştirdikleri bir yaşam ve yönetim tarzı geliştirdikleri için; ekonomik ve bilimsel olarak hızla gelişirken şehir kültürü, birlikte yaşama kültürü, kendisinden farklı inanç ve yaşam tarzı mensuplarıyla bir arada yaşama kültürüne sahip olamamış ve dolayısıyla temelinde barındırdığı zorbalığı ve vahşeti günümüze kadar taşıyarak kendisinden farklı insanları yok etme anlayışından kurtulamamıştır.
Avrupa’da gelişen bu yeni anlayış ile islam kültür ve medeniyeti kıyaslayan Bediüzzaman’ ın SÖZLER eserindeki kıyaslaması bu değişim ve meydana gelen sonuçlarını açıkça ortaya koyar.
Kur’ân-ı Hakîmin hikmeti, hayat-ı şahsiyeye verdiği terbiye-i ahlâkiye ve hikmet-i felsefenin verdiği dersin muvazenesi:
“Felsefenin halis bir tilmizi, bir firavundur. Fakat menfaati için en hasis şeye ibadet eden bir firavun-u zelildir. Her menfaatli şeyi kendine rab tanır. Hem o dinsiz şakirt, mütemerrid ve muanniddir. Fakat bir lezzet için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Şeytan gibi şahısların, bir menfaat-i hasise için ayağını öpmekle zillet gösterir denî bir muanniddir. Hem o dinsiz şakirt, cebbar bir mağrurdur. Fakat kalbinde nokta-i istinat bulmadığı için, zatında gayet acz ile âciz bir cebbâr-ı hodfuruştur. Hem o şakirt, menfaatperest hod-endiştir ki, gaye-i himmeti, nefis ve batnın ve fercin hevesatını tatmin ve menfaat-i şahsiyesini bazı menfaat-i kavmiye içinde arayan dessas bir hodgâmdır.”(1) Maddeler halinde şu şekilde özetleyebiliriz.
1- Felsefe terbiyesi ile yetişmiş bir insan, Firavun gibi, kendi nefsini ve hevasını ilah yerine koyar. Yani Allah’ı iman ve ibadet ile tanımaz, kendinde küçük bir ilahlık tasavvur eder. Lakin karşısına dünyanın adi ve basit bir menfaati çıkarsa ona tapar derecede alçalır. Kendinde tasavvur ettiği ilahlık manası gider, yerine bayağı bir menfaat düşkünlüğü gelir. Dünyadaki bütün menfaatleri kendisine ilah edinir.
2- Ahireti inkar ettiği için, bütün sermayesi ve eğlencesi dünyanın sönük ve bayağı lezzetleridir. Hem felsefenin dinsiz şakirdi olan bu adam, hakka teslim olmak noktasında inatçı ve ısrarlıdır. Fakat bu inadı, dünyanın süfli lezzetleri karşısında eriyip gider. Adeta dünya nimetleri karşısında, adi bir dilenci gibidir. Dilenci olmasının sebebi, nimeti sebeplerden ve tesadüften bilmesindendir. Allah’a karşı meydan okurken, menfaati olduğu şeytan gibi adamlar karşısında ayağını öpecek kadar aşağılıktır.
3- Hem zorba hem de mağrurdur; fakat kalbinde Allah’a dayanacak bir iman olmadığı için, bazen küçük bir mikroptan, bazen de acaba yıldız dünyamıza çarpar mı diyerek, her şeyden her hadiseden korkar ve titrer. Cesaretin kaynağı iman olduğu gibi, korkaklığın kaynağı da inkar ve küfürdür.
4- Bu felsefe talebesinin hayatta en büyük hedefi ve gayesi, menfaattir ve hevasını tatmin etmektir. Bütün çaba ve gayreti, midesini doldurmak ve cinselliğin peşinde koşmaktır. Zira ahiret inancı olmadığı için, dünyadan ne koparırsa onu kendisine kâr sayıyor. Böyle bir hedefsiz adamın, insanlık için, millet için, gayret etmesi düşünülemez. Milletten dem vuruyor ise; mutlaka şahsi menfaatini milliyet adı altında yutturmak içindir. Yani şahsi menfaatini kavminin menfaatinde arıyor.(2)
Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa ülkelerinde Müslümanlara karşı işlenen cinayetlerde ve özellikle Avrupa’da çok sık yaşanan cami ve ibadethanelerin, Müslümanlara ait ev ve işyerlerinin yakılmasında bahsettiğimiz anlayışı sürdüren ve bilinç altındaki zorbalığı ve yıkıcılığı yıkamayan yeni Avrupa kültürünün hakim olduğu açıktır.
Diğer taraftan tarihimizdeki şeref levhalarından biri olan; birlikte yaşama kültürü, kendisinden farklı olanı yıkma ve yok etme anlayışının olmadığı birbirinden farklı inanç, kültür ve medeniyete sahip insanların barış içinde huzurlu bir şekilde yaşayabildiği ortamı sağlayan islam kültür ve medeniyeti karşımıza çıkar. Bu anlayış 711 yıl boyunca Endülüs Emevi Devletinde(bu günkü İspanya toprakları), 623 yıl boyunca Osmanlı topraklarında ve 639 yılında Mardin’in Müslümanlarca fethinden bu yana(3) 1000 yılı aşkın bir süredir hakim olan islam kültür ve medeniyetinin Mardin’de tüm ilahi dinleri, hiristiyanların tüm mezheplerinin ve farklı ırklara mensup fertlerinin birlikte yaşam sürmeleri, Avrupa ve Amerika kıtalarında yaşanan islamofobiye karşı her an gündemde tutulması ve vurgulanması gereken hususlardır.
İslam kültür ve medeniyetinin bu birlikteliği nasıl sağladığına yine Bediüzzaman’ın adı geçen eserinden görebilmekteyiz.
“Amma hikmet-i Kur’ân’ın halis tilmizi ise, bir abddir. Fakat âzam mahlûkata da ibadete tenezzül etmez. Hem Cennet gibi âzam menfaat olan bir şeyi gaye-i ibadet kabul etmez bir abd-i azizdir. Hem tilmizi mütevazidir, selim, halimdir. Fakat Fâtırının gayrına, daire-i izni haricinde ihtiyarıyla tezellüle tenezzül etmez. Hem fakir ve zayıftır, fakr ve zaafını bilir. Fakat onun Mâlik-i Kerîmi ona iddihar ettiği uhrevî servetle müstağnîdir ve Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiği için kavîdir. Hem yalnız livechillâh, rıza-i İlâhî için, fazilet için amel eder, çalışır.”(1) İzahını yukarıda olduğu gibi maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
1- Kur’an terbiyesi ile yetişmiş bir Müslüman ise; Allah’a bir kuldur. Allah’a kul olduğu için bütün kainat verilse tenezzül etmez. Hatta öyle aziz bir kuldur ki, amelinde ve ibadetinde cennet gibi büyük bir nimeti bile gaye ve niyetine sızdırmaz.
2- Hem kendisini insanların en altında bilir bir alçak gönüllüdür. İnsanlara karşı zorba ve kaba değil, yumuşak ve selimdir. Fakat imanın verdiği izzet ile, Allah’tan başka hiçbir şeye kulluk yapmaz ve tenezzül etmez.
3- Hem kendi nefsinde bir güç ve kudret görmez, her şeyin yaratıcısı ve yardımcısı olarak Allah’ı bilir. Sadece Allah’tan istediği için, başka kimseye ihtiyaç bildirmeyecek kadar da zengindir ve minnetsizdir.
4- Allah’ın kudretine dayandığı için, kendinde nihayetsiz bir güç bulur.
5- Dünyada hedefi ve gayesi ise; yalnız Allah’ın rızasını kazanmak ve insanlara ivazsız hizmet etmektir.
Mardin’in, hakim kültür olan İslam kültür ve medeniyeti ile sağladığı bu birlikteliği sadece Mardin merkezinde( ARTUKLU) günümüze kadar varlıklarını sürdüren şemsilerin 1 ibadetgahı,2 sinagog,14 kilise, 100’e yakın cami (3),19 medresesi ile küçük bir şehirde bu kadar karma bir yapıyı barındırabilmesi vurgulanarak dünya kamuoyuna sunulması gereken bir manzaradır. Bu manzarayı netleştirmek adına çeşitli sebeplerle yıkılmış, özel mülkiyet haline gelmiş veya amacı dışında kullanılması sebebiyle gerçek hüviyeti gizlenmiş olan adı geçen eserlerin aslına uygun restore edilerek, açık hava müzesi olma hedefindeki Mardin’de, başlatılan çalışmaların mümkün olan en kısa sürede tamamlanarak teşhire çıkmasıyla mümkün olacaktır.
(1) Sözler, On İkinci Söz
(2) Sorularla risale.com.tr
(3) Mardin tarihi, Abdussel