Kâinatı yoktan var eden Allah, insanı yarattıktan sonra ona bazı emanetler teslim etmiştir.. Emanetlerin istenilen yerde kullanılması biz insanların vazifesidir. Bu emanetlerin vakti geldiğinde sahiplerine iadesi de üzerimize bir borçtur.
Allah, emanetlerin eline iadesini öğretmiştir.
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.
Üzerimize yüklenen tüm emanetlerin bu ayeti kerime gereğince ehline iadesi farz hükmünü taşıyor.
Bizim asıl mevzumuz ise ruhun emanet olup olmadığıdır. Allah, Hazreti Adem’i yarattıktan sonra bütün mahlukatın huzurunda toplayıp onlara bir teklifte bulunuyor.
33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
Burada Allah bir tek emanetten söz etmektedir. Bu ayette emanetin ne olduğu hakkında bir bilgi verilmemiştir. Ancak Kur’an’ın bütüne baktığımız zaman başka ayetlerde bu emanetin ne olduğunu Allah, bizlere bildirmiştir. Ayette yaratılmış olan bütün mahlukata yüklemeleri için teklif edilen emanetin hiç kimse tarafından kabul edilmediğini görüyoruz. Ancak bunlar arasında insan bu teklifi kabul ediyor. Ve emanet sadece insana yükleniyor. Ayet dikkatlice incelendiği zaman bu emanetin insanın dışında hiçbir mahlukta mevcut olmadığını görüyoruz. Öyle bir emanet ki sadece insanda mevcut olmalı.
İnsan bunu kabul etmekle Allah katında üstünlüğünü kazanmıştır. Yani Allah’ın huzurunda yaratılmışların en üstünü, en şereflisi, en kıymetlisi şüphesiz insandır.
17/İSRÂ-70: Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ(tafdîlen).
Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem sahibi (şerefli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın çoğundan fazilet (açısından) üstün kıldık.
Allah insanları yaratırken hiçbir mahlukuna vermediği bu emaneti sadece insanın içine üflüyor.
38/SÂD-71: İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin).
Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben, tînden (nemli topraktan, balçıktan) bir insan yaratacağım.” demişti.
38/SÂD-72: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Böylece onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın!
15/HİCR-28: Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben mutlaka, “hamein mesnûn olan salsalin”den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.”
15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!
15/HİCR-30: Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne).
Böylece meleklerin hepsi birden, toplu olarak secde etti.
Burada Allah, insanın yaratılış aşamasından söz etmektedir. Bu yaratılış aşamasının en son safhasında ise Allah kendi ruhundan insana verdiğini söylüyor. Çünkü Ahzab-72’de hiçbir mahlukatın kabul etmediği emaneti (ruhu) sadece insan yüklenmiştir. Bu özelliği sebebiyle Allah, meleklere insana secde etme emrini vermektedir. Bu emir insanın vücudunda mevcut olan ruh için verilen bir emirdir. Yani melekler insanın fizik vücuduna değil Allah’ı temsil eden ruha secde etmektedirler. Kur’an’ın bütünü incelendiği zaman insanın dışında hiçbir mahlukatta ruhun mevcut olmadığını görürüz. Allah, kendi ruhundan sadece insana üflemiştir.
Allah Teala emanetin ruhun sahibi olan Allah’a iadesini Nisa-58’de farz kılmıştır.
İnsanlar dünya hayatını yaşarken Allah’a vereceklerini vermek mecburiyetindeler.
23/MU’MİNÛN-60: Vellezîne yu’tûne mâ âtev ve kulûbuhum veciletun ennehum ilâ rabbihim râciûn(râciûne).
Ve onlar vereceklerini verirler. Onlar, Rab’lerine geri dönenler (ulaşanlar) olduğundan onların kalpleri titrer.
Allah’a vermemiz gereken en önemli şey Allah’ın bize emanet olarak verdiği ruhtur. Bu yönüyle kişi Allah’a dönmüş kabul edilmektedir. Yani insan ruhu asıl sahibi olan Allah’a iade edilmiş oluyor. Bu kişi ise ermiş vasfını kazanıyor. Allah’a ermiş bir Allah dostu (veli).
Allah, ruhun Kendisine ulaştırılmasını emretmektedir.
13/RA’D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Kim ruhunu Allah’a ulaştırmayı dileyip Allah’a ulaştırmayı Allah’ın yardımıyla başarırsa bu kişi Allah’a dönenlerden olur. Ve emanete ihanet etmemiş olur.
Allah, emanetlerimize riayet etmemizi ve ihanet etmememizi istiyor.
8/ENFÂL-27: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tehûnûllâhe ver resûle ve tehûnû emânâtikum ve entum ta’lemûn(ta’lemûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah’a ve Resûl’üne ihanet etmeyin! Ve siz, kendi emanetlerinize de bile bile ihanet etmiş olursunuz.
Sonuç itibariyle bize verilen emanetlerin en önemlisinin ruh olduğu görülmektedir. Ruhun sahibi Allah’tır. Ve Allah, biz dünya hayatında iken bunu kendisine iade edilmesine emretmektedir.
Herkesin ruhunu Allah’a ulaştırmayı dileyerek Allah’ın bir velisi olması dileğiyle.
Allah ile kalın, mutlu kalın.