
Bakmak ile görmek eylemleri anlamsal açıdan aynı olmadıkları gibi; işitmek ile dinlemek eylemleri de aynı şekilde farklıdır. Öyle ki bu fark, siyahla beyaz arasındaki kadardır. Zira bakmak eylemi, gözlerin maddeyi veya yapıtı sadece fotoğraflamasıdır. Bu da salt, sabit ve donuk bir görüntüden ibarettir. Aynı zamanda düşünce sistemine –tabiri caizse- kalıcı olmamak kaydıyla şöyle bir teğet geçer. Görmekeylemi ise, yapıtın beyinle algılanması yani kavranması ve kalple onaylanması anlamındadır. Belleğin diğer geçici yerleşimcilerinden bir başkası olan işitmekeylemine gelince; bu dakulaklarla duyulan sesin sadece algılanmasıdır. İşitileni; salt, hissiz, uçucu ve düşünce sisteminden uzak olarak yansıtır. Buna karşılık dinlemek eylemi; kulaklarla işitilen yani duyulan sesin beyinle algılanması ve aynı şekilde kalple onaylanmasıdır. İşte tam da burada her bakanın, görmediği; her duyanın, dinlemediği gerçeğinden hareketle “bakma ve işitme (duyma)” eylemlerinin işlev bakımından pasif oldukları görülmektedir. Nitekim “Bakar kör” halk deyimi veya Orhan Veli’nin İstanbul’u Dinliyorum şiiri ile aynı şekilde “Gözleri var görmezler; kulakları var duymazlar” İlahi söylemi bu konuya verilebilecek birçok sayısız örnekten sadece birkaçıdır. Bu üç örnek bile insanın bir tek etle kemikten yaratılmadığını aynı zamanda onun derin dünyasının özünü oluşturan “beyin ile kalp” fonksiyonlarının varlığını ve önemini vurgulaması bakımından da önemlidir.
Gerçekten de kalp gözüyle görülenler ile beynin düşünce gücüyle kavrananlar; görme ve işitme duyulanların çok ötesindedir. Başka bir deyişle bu, fizik ötesi bir görme ve dinleme olayıdır. Yani görülen ya da dinlenilen maddenin veya yapıtın tabiatından soyutlanarak zihinde canlandırılmasıdır. Örneklendirmek gerekirse; somut olan bir görsel, bir dinleti, bir okuma, bir olay, madde veya benzeri herhangi bir yapıt eğer o anda ruhu; içinde yaşadığı bedenden sıyırıp da bakılanın ve duyulanın daha ötesine hatta ezeline kadar bir gezintiye doğru uçurabilmişse işte o zaman kalp gözüyle görme ve beyin gücüyle idrak dediğimiz kavrama işlevi ya da başka bir deyişle göz, kulak, kalp ve beyin eş zamanlı olarak aynı anda tam kapasiteyle devrededir demektir. Bu da dil ile ifadesi bazen zor olan gerçek bir görme ve dinleme eylemidir.
Sonuç olarak denilebilir ki görme ve dinleme eylemleriyle ile fizik ötesine gezi yapmak ne kadar mümkünse; sadece bakma ve işitme eylemleriyle böyle bir geziye çıkmak -şöyle dursun- adım atmak bile imkânsızdır. Çünkü bunların birbirlerinden uzaklıkları yeryüzü ile gökyüzü arasındaki mesafe kadardır. Bu da demektir ki bakan ile görenin bir olmadığı gibi; duyanla dinleyenin de bir olması mümkün değildir.